16 Eylül 2022 Cuma

Dizdiler mi?*

 


Adamın biri şiddetli ishal şikayetiyle hastaneye başvurur. İşlemleri sürerken karışan kağıtlar sonucunda adamı psikiyatri servisine havale ederler. Aradan 15 gün geçip taburcu olma günü gelince arkadaşı onu karşılamaya gelir ve “Nasıl oldu, geçti mi ishal?” diye sorar. Adam yanıtlar; “Hayır geçmedi ama takmıyorum!”
 


Ülkede çok kişi sevmez ve burada adını geçiriyorum diye rahatsız olanlar da olacaktır fakat Aziz Nesin, son röportajlarından birinde, dünyada fetişizmin hızla yayıldığına ve gelecek zamanlarda tehlikeli bir hal alacağına dikkat çekmekteydi. Evet bir dönem “fetişizm” sık duyduğumuz bir kavramken şimdilerde her yanımız fetişizmle doldu ama adını duyan yok. Her yerden fetişizm pompalanıyor, insanlık batıl bir yere doğru hızla gidiyor fark eden yok. Astrolojisinden, numerolojisine, otolojisinden çöpolojisine neler neler “sağdan soldan donatıyor” hesaplayamaz olduk.

Günümüz insanının, aşırı (dijital ya da değil) uyarana maruz kalıp dikkatinin dağılmasıyla oluşan kırılgan psikolojisi; sömürülmesi eskiye nazaran daha kolay bir alan açtı. Kapitalizm de elbet; Netflixiyle, sosyal medyasıyla osuyla busuyla bu yumuşak karnı deşerek parapsikolojik şiddeti pompalama yoluna gitti.

Kendine ekmek çıkarmak için yola çıkan bu mecranın temelde 2 zaafımızı kullandığını düşünmekteyim. İlki kolaya kaçma arzumuz. Çözüm arayıp bulamadığımız-bunaldığımız durumlara hap (hap derken ilaç değil) dizilimiyle, frekans yükseltmesiyle, olumlamasıyla, çözümlemesiyle.. pratik-kolaycı yollardan bi doz alıvermeyi sunması.

İkincisi kesin sonuç vaad edildiğinden umuda tutunma arzumuz. Hiçbir bilimsel veriye dayanmadan ve dahi kullanılan yöntemlerin neticeleri ölçülemeden adeta falcı gibi sihirli bir sonuç elde edileceğini pazarlanması. Zamanı ve enerjisi kalmayan, kolaya kaçmaya meyilli günümüz insanı için ne eğlenceli-sevimli yollar değil mi?

Oysa psikiyatri-psikoloji yani bilime dayanarak yol çizmeye çalışan taraf nasıl sevimsiz durmakta. Çünkü tavsiye, umut, teselli vermeksizin sizi kendi korkunç (!) gerçeklerinizle yüzleştirmeye itmekte. Bu yolun meşakkatli olması, zaman harcayarak, emek vererek gidiliyor olması da cabası. Elbet bu alanın da erişemediği, hala açıklamakta zorlandığı karanlık noktalar olacaktır çünkü nesne insan fakat hedef günü kurtarmalık planlar olmadığından araştırması, deneyi hiç bitmez ki bu tarafı güven verici kılan da budur.

Bilimin henüz erişmediği bu belirsiz alanda dolanıp durmanın birey açısından en büyük sakıncası birilerinin yöntemlerinin deneme tahtası olup onlara para kazandırması. İkincisi ki bence en büyük sakınca burada yatıyor rasyonel karar almakta ve gerçekleri görmekte zorlanılması, hak ile batılı karıştırması. Bu ikinci durumun uzun vadede toplumsal sıkıntıları görülebilir kanaatindeyim.      

“Aa bana iyi geldi şekerim amma da abarttın” diyenlere bu saçmalıkların içinden geçmiş birisi olarak üzülerek söylüyorum ki plasebo etkisini satın alıp duruyorsunuz. O onu öneriyor ‘işinin ehli’ diyerek, diğeri berikisini. Böylelikle seni sonsuz plasebo sarmalına çektiklerinden iyi geliyor canım demekte sen de haklısın fakat o durumda da tuttuğun yolu hiiiç bırakmamanı tavsiye ederim çünkü bıraktığın anda altına kaçırdığının farkına varırsın.  


*Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın "..Verdiler mi, aldılar mı bel olmaz" dizesinden esinlenerek "Dizdiler mi düzdüler mi bel olmaz" diye sormak istedim.

13 Mayıs 2020 Çarşamba

Nasıl kurtulur?


 

 
“Bir çağın vicdanı olmak isterdim; bir çağın, daha doğrusu bir ülkenin. İdrakimize vurulan zincirleri kırmak, yalanları yok etmek, Türk insanını Türk insanından ayıran bütün duvarları yıkmak isterdim.”   Cemil Meriç
 
Özü nedir bu kahroluşun diye pek çok kere düşündüm. Vardığım yer özü siyaset, özü bizim ülkemizde siyasetin nasıl anlaşıldığı olmuştur. Siyaset basit manasıyla seyislik etmek, idare etmektir. Çok daha derinini bilmek isterseniz Tanilli Hoca’yı okursunuz. Bizde pratikte kullanılan manası ise memleket idare etmek, memleket idare edenlerin yahut etmeyenlerin tarafında saf tutmaktır. Bilinmesi gereken ve Batı’da vücut bulan manası nedir? Çözüm üretme sanatı. Mikro olarak insanın kendi hayatındaki sorunlarla başa çıkma yöntemidir, bunlara çözüm bulabilmesidir, makro anlamda da devletlerin karşılaştıkları sorunlara çözüm yaratabilme halidir. Dolayısıyla siyasetten en uzağımız bile siyaset yapıyoruz günlük yaşamlarımızda. Peki durum bu kadar basitken nasıl oluyor da korkunç şekilde politik olarak ayrışabiliyoruz?
 
Batı doğru algılamışsa onlara bakmakta fayda var. Onlarda Aristo’yu, Platon’u,  Marx’ı bilmeyene entelektüel demezler. Ama bu büyük adamların fikirleri üstüne siyaset inşa edene de bi taraflarıyla gülerler. Aristosu, Platonu şusu busu Antik Yunan’a aittir, Marks’a da hayran olup Marksizm temelli bir devlet kuralım demezler. Aslolan insanın mutluluğudur ve bu yolda çözümler geliştirmektir çünkü. Sartre ve Fransa örneği konuya daha çok açıklık getirebilir belki. Sartre mevcut Fransız sitemine karşı bir politik duruş sergilemiştir. Fakat yarattığı felsefi düşün öyle kuvvetlidir ve değerlidir ki, “Sartre da ufaktan devletin altını oyuyor, biz buna kısa yollu bir çeki düzen verelim” denmemiştir, tam tersi Sartre’a Fransız düşüncesine katkısı olsun, felsefeye katkı Fransa’dan olsun gözüyle bakılmıştır. Ha bir de şu var Fransızlar elbet Sartre’ın düşüncelerinden etkilenip, politikleşmişlerdir fakat “parti kur da senin yanında saf tutalım, ülkeyi değiştirelim” saçmalığına girmemişlerdir elbet  :) Bizdeki yanılgı işte tam da burada başlar. İdealar üzerine siyaset kurmakta. Mevcut olana onsuz, bunsuz çözüm bulunmaz, bir fikre ya da öğretilene sadık olmadan yola girilmez, aklın başka türlüsünü söylese, vicdanın başka türlüsünü istese bile. Biri Nazım’ı sever delicesine, diğeri Necip Fazıl’ı oturtur karşısına. Sanki biri Türk diğeri de gavurdur. İkisi de Türk edebiyatını sallamıştır oysa. Taparcasına savunup, politik duruşlarına ekledikleri şairlerin tırnağı olabilecek g.tlerinin olmadığını da görmek ayrı bir üzüntüdür.
 
“Hasmın karıncaysa merdane takın” demiş ya Pir Sultan bir korona geldi ki hepimiz allak bullak olduk. Konfor alanlarımız kısıtlandı, konfor alanlarımıza zeval gelecek diye aklımız yerinden çıktı. Peki ya bu ismini söylediğim büyük adamlar..  Bırakın konfor alanını bir ömür çile çekmişler, hayatlarını oradan oraya sürülerek, acılar içinde fakat yılmadan geçirmişlerdir. Sana da birini savunup diğerini yermek mi düşmüştür, yoksa ikisini de bağrına basmak mı? Siyasi algılarını kırıp doğru sözü kimin ağzından çıktığına bakmadan kabul etmek mi daha dinlemeden linç etmek mi? Senin siyasi geleneğine (bu da bizim ülkeye özgü bir öbek, okumakla falan edinilen bir birikim değil, babadan oğula geçen, eşten dosttan devşirilen bir zırva) ters bir şey söyledi diye düşmanlık beslemek mi? Hor görmek, aşağılamak, dışlamak mı? Senin alın al kardeşim de hoşgörünü ve tahammül sınırını bi zahmet zorlasan hani..
 
Nihayetinde bizim kafamızı “izm”lerle, oncu buncu düşüncelerle doldurup politik dimağımızı kirlettikleri için siyaseti ve ülkeyi bunlardan bağımsız düşünemiyor, bize dayatılan politik algının dışına çıkıp da temiz kafaları devreye sokamıyoruz. Ama umudum odur ki gelen -hani kafalarını telefonlarından kaldırmıyorlar diye eleştirilen- nesil var ya bizlerle benzer yanılgılara düşmeyecekler. Çünkü çok hassaslar, çok sevgi dolular, politik değil insani değerlerinden etrafında birleşiyorlar, politik doğruları değil ortak doğruları seviyorlar. Kimisi sanatla, kimisi mizahla, kimisi bilimle, kimisi de teknolojik aletlerle bozmuş kafayı; çiçek çiçekler, güzeller. Biz ve bizden önceki nesillerin politik kabullerini, politik önyargılarını sittin sene değiştiremezsiniz de ‘Asiye’yi bu çocuklar kurtarır’* isteğimce. Kalın sağlıcakla.
 



 

*1969 tarihinde kaleme alınmış ve 2 kez sinemaya uyarlanmış Vasıf Öngören’in “Asiye Nasıl Kurtulur?” adlı tiyatro eseri.


8 Mayıs 2018 Salı

İyilik, trend (!) değil..






“İyi insan aklından hiç kötülük geçirmeyen saf insan değildir. İyi insan; her kötülüğün farkında olup iyiliği tercih edendir.”

Yukarıdaki saçma yargıyı kim ortaya koydu bilmiyorum fakat çokbilmiş kişisel gelişimcilerin ürünü olduğu aşikâr. Böyle sağlıksız çıkarımlarla dimağları kirleten, ortalıkta kişisel gelişimci diye cirit atanlar..

Başka toplumlarda kişisel gelişim-ci (pazarlamacı, satıcı der gibi) diye bir kavram var mıdır şüpheliyim. Bir konuyla alakalı ihtisas yapıp o konuda derinliğine çalışma yürütmek, hizmet vermek değil midir aslolan? Bizde olansa üç beş seminere (-ki bunlardan bir kaçı yurtdışından olursa çok daha şık olur) katılıp sertifika almak. Sonrasında afili sosyal medya hesaplarından ‘kapak’ sözlerle herkesin dikkatini çekmek.. Felsefe, psikoloji okumayı bir kenara bırakın herhangi bir zaman ufacık bir tefekkür halinde olan bir insanın edebileceği sözler değildir bunlar. “Çağ kötü, herkes kötü aman haa aldanmayasın, üzülmeyesin, yanılan sen olmayasın !” diye uyarır dururlar. Uyanık olmayı, aldatılmamayı, kullanılmamayı kısaca çakal olmayı tavsiye ederler. İyi kalpli olmak, saflık aptallıkken; iyilik yapmak da enayiliktir lügatlarında. Kötü olmamayı değil, kötü düşünmemeyi değil; kötülük karşısında kendi paçanı kurtarmayı salık verirler. Özgüveni eksik, sorgulamayı sevmeyen, egosunun okşanması hoşuna gidenlerimiz bunları birer reçete gibi alabiliriz maalesef. ‘Sen sıradan olma, sen herkesten farklı ol, dikkat çek, kazanan sen ol’ dürtüsüyle kendisiyle barışık olmayanları pohpohlayarak aslında kendilerini pazarlarlar.

Hayat stratejilerle hareket edecek kadar karmaşık mı peki? Çok basit, dümdüz her şey oysa. Bir iyi var bir kötü, bir doğru var bir yanlış. Ben kötülüğü de bilirim ama tercih etmiyorum diyerek sizin egonuzun okşanmasına sebep olan kişilere itibar niye? Birileri de çıkıp size kötülüğü biliyorsan, kusura bakma sen pek de iyi değilsin deme hakkı verirsiniz. Kuzunun kurdun düşünceleriyle ne işi olur ki? Aldansa da yaralansa da yok olsa da kuzu temizliğinden saflığından dolayı iyidir. Ben bütün kötülerin ve kötülüklerin farkındayım ama öylesine erdemliyim ki iyiliği seçiyorum demek kocaa bir yalandır, kuzu postu giymiş kurdun yalanıdır. İyiler kötülük karşısında şaşırırlar, kötülüğün ne olduğunu bilmezler unutmayın. Her yandan size dayatılan özgüven, iyilik, farkındalık ile ilgili sözüm ona özlü sözleri yüreğinizin süzgecinden geçirmeniz ve sorgulamanız dileğiyle yazımı Sadi Şirazi’nin bir öğüdüyle sonlandırıyorum.


“..İyi insan olmak için.. Kendini kötü işlerden koru. Başına kuzu derisinden bir şey geçirmekle insan derviş olamaz..”

2 Mart 2018 Cuma

Böyle Bir Sevmek*


Masallar, masallar.. Hangileriyle büyüdünüz? Aşkı, sevgiyi hangisi sandınız? ‘Sonsuza dek mutlu yaşadılar’ yalanına nasıl inandınız? Çoğumuz batı kaynaklı masallarla büyümüşüzdür kanımca. Eksik, yavan, özsüz, şekilci..

Doğuyu yeniden okumalara, sevgiyi de sevmeyi de doğudan öğrenmeye ihtiyacımız var artık. Mecnun olmalara, Kerem yanmalarına, Ferhat yiğitliklerine..

21. asırda mı? Evet tam da bu asırda. Asırlar önce Mecnun Leyla’yı koşulsuz sever, derler ki onun çirkinliğini bile gözü görmez, başka bir gözle bakar. Asırlar sonra, Aşık Veysel’in ‘Güzelliğin on para etmez bu bendeki aşk olmasa’ diyebilmesi gibi..Nazım’ın ‘Bütün iş Tahir ile Zühre olabilmekte, yani yürekte’ yazabilmesi gibi..

Oysa bize anlatılan yavan masallardaki kusursuz prens külkedisini baloda değil de perişan halde görse yine sever miydi?  

Herşey idealken sevmek ne kolay, ne konforlu, ne güzel değil mi? Birşeyimiz eksik olsa nasıl mutsuz oluruz, nasıl da huzurumuz kaçar..İşi, yaşı, kazancı, görüntüsü tam istenen gibi. Mutsuz olmamızın imkanı var mı? Özü, ruhu var mı düşünmek manasız. Her yerden fışkıran deli mutluluklarımız, yarışmalarımız, gözüne gözüne sokmaya çalışmalarımız..

Demem o ki; ben bu kalıpları, bize idealize edilerek dayatılan sevmeleri bıraktığımız takdirde mutlu olup huzura kavuşabileceğimizi düşünüyorum. Özlü sevgiler, ruhu, derini anlamaya dönük bakışlar.. Yalnızca aşki durumlar için geçerli değil bu bakış açısı. Dümdüz, yalın, apaçık sevmeler olmalı artık hayatlarımızda. Batı, varsın Mevlana’nın Şems’e olan aşkına methiyeler düzedursun, bize ‘Bizim Yunus’ gibi sevmeler yaraşır.  




*Atilla İlhan'a selam.

16 Ekim 2017 Pazartesi

Bezgin biri olarak..




Diyorum ki ; 

Güzel eylemdir bezmek. 

Bezmek, sana dayatılan sözüm ona 'modern' ve fakat sıkıcı hayata yatar yerlerinle direnebilmek..
Bezmek, doğana aykırı zorunluluklara en olmadık yerlerinle gülebilmek..
Bezmek, aslan terbiyecilerinin önemsediği herşeye çok da fifi diyebilmek..
Bezmek, ezbere yaşamı reddedebilmek..
Bezmek, bütün tekdüzeliklere dur diyebilmek..
Bezmek, 'aman haa' denen tüm olumsuzluklara deriiiin bir adam sendecilikle cevap verebilmek..

Bir kere bezdin mi hayat pek de öyle ciddi gelmez artık sana. Kendine olması gerekenin dışında bir yol bulur; hayatı illa ki keyifli yaşarsın..  

25 Ağustos 2017 Cuma

Bayram, kime bayram..





Bayram tatili ülke turizmini canlandırmak amacıyla 10 gün olduğundan mıdır Yunan adalarını öven bir yazıya rastlamadım henüz.


Suyun o yanı mı bu yanı mı daha güzel diye bir tartışma içine girmek yersiz epey. Sonuçta çapkın Zeus tılsımını saçmış, afet Afrodit güzelliğini bırakmış bu sulara. Mesele güzeli nasıl sunduğunuz meselesi. 

Memleketin güzelliklerine sahip çıkmak ile ilgili destansı, popülist cümleler kurmayacağım. Kazıklanmadan, kaliteli hizmeti ‘eder’i kadarına satın almak, tertemiz plajların, denizin gönül rahatlığıyla tadını çıkarmak tatile giden herkesin sıradan isteği.

Tatil heyecanıyla çenemi belki de boşuna yoruyorum. Sıradan vatandaşa ne Yunan adası ne Bodrum havası, varsa yoksa ekmek parası.

İyi tatiller, iyi bayramlar herkese.

16 Aralık 2016 Cuma

Yeni Yılda..







"Ey, benim iyimser hâllerim, 
Çabuk aldanışlarım, 
Hep inanışlarım, 
Alttan alışlarım, 
Hatayı hep kendimde buluşlarım, 
Değmeyecekleri kafama takışlarım, 
Yoktan yere, akıp giden gözyaşlarım, 
Herkesi, insan yerine koyuşlarım, 
Hepinize elveda… 
Artık ben kimsenin, 
Hiçkimsesi olmayacağım!"   
Nazım Hikmet




Nasıl bir vazgeçiştir bu böyle değil mi? Ne büyük sözler? Ne sitemkâr, kalbi kırık mısralar? Halbuki kendin ettiğinin acısını çektin be koca üstad. Güzel yüreğini üzmelerine sen izin verdin. Ne çok bize benzersin..

Asıl mesele şair değil elbet, şairin memleketlileri, bizleriz..Çok duygusalız, çok iniş çıkışlı hallerimiz var, pire için yorgan yakanlarız. Haydi gitsinmiş 2016, bize çok kötülüğü dokunmuşmuş. Memlekette yaşanan acı olaylardan bahsetmeyeceğim, sözüm bizleredir. Hayatlarımızda memnun olmadığımız ne varsa yeni yılla birlikte çıkıp gitmesini istiyoruz ya hepimiz, ondan mı bu telaş? Durun, sakinleyin eskisi de gider yenisi de gelir. Önce kendinizin farkına varın, kendinizin kıymetini bilin, geriye bir tek yaşamak kalıyor zaten, zor değil..

Ne çok sevdiniz, ne çok güldünüz, ne çok güldükçe ‘hay Allah çok güldüm ağlayacağım herhalde’ diye içinizden geçirdiniz, ne çok ağladınız, ne çok ağladıkça ‘çıkacaktı zaten o kadar gülmenin acısı’ diye geçirdiniz içinizden, ne çok sitem ettiniz, ne çok hüzünlendiniz, ne çok beklediniz, ne çok öfkelendiniz.. Herşeyi ne çok ve fakat ne de ayarını tutturamadığınız bir yerlerde yaşadınız..Peki duyguları yanlış şekilde yaşıyor olabileceğiniz düşüncesi bir kez olsun geçmedi mi aklınızdan?

Feda-kâr lık yaparsınız, yaptıkça kıymetli olacağınızı sanırsınız, oysa vazifeniz olur, arsız bir zift gibi üstünüze yapışır. Seversiniz ölçüsüzce, laubali ilişkileriniz olur. Değer verirsiniz tartmadan, saygısız karşılıklarınız olur. Sonunda elinizde, şairinki gibi koca bir sitem kalır. Duygularınız o denli kıymetli ise kıymetli olduklarını hissettirin. Kime, nasıl, ne kadar dağıtacağınıza akılcı şekilde karar verin, fütursuzca ziyan etmeyin.  

Sonuna bir Mevlana sözü koysam yazı şenlenir, kişisel gelişime doğru akardı belki ama dervişin işi sabırla. Oysa ki yaşadığımız hayatlar bu derviş sabrını kaldırmayacak kadar kıymetli, zaman da öyle. Aslında tek derdim küskün Nazım ile Can Baba’yı aynı masaya oturtmaktı. Güzel olsun yeni yılda..

“Ne geçmişe saplanıp kalacaksın, ne geleceğin düşlerini kuracaksın..
Ömür dediğin şu andır onu da hakettiğin gibi yaşayacaksın!   Can Yücel